21- ENBİYÂ SÛRESİMekke döneminde inmiştir. 112 âyettir. Enbiyâ, peygamberler demektir. Sûre, temel konu olarak peygamberlerden, onların tevhit davası uğrunda verdikleri mücadelelerden bahsettiği için bu adı almıştır Bismillâhirrahmânirrahîm. 1. İnsanların hesaba çekilmeleri yaklaştı. Hâlbuki onlar gaflet içinde yüz çevirmekteler. 2,3. Rablerinden kendilerine yeni bir öğüt (bir uyarı) gelmez ki, onlar mutlaka onu alaya alarak, kalpleri de gaflette olarak dinlemesinler. O zulmedenler gizlice şöyle konuştular: Bu da ancak sizin gibi bir insan. Şimdi siz göz göre göre sihre mi kapılacaksınız? 4. Peygamber, onlara dedi ki: Rabbim yerdeki ve gökteki her sözü bilir. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. 5. Onlar, Hayır, bunlar karma karışık yalancı düşlerdir. Hayır, onu kendisi uydurdu; hayır, o bir şairdir. Eğer böyle değilse, önceki peygamberlerin (mucizelerle) gönderildikleri gibi o da bize bir mucize getirsin dediler. 6. Onlardan önce helâk ettiğimiz hiçbir memleket halkı iman etmedi de şimdi bunlar mı iman edecekler? 7. Senden önce de ancak kendilerine vahyettiğimiz birtakım erkekleri peygamber gönderdik. Eğer bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun. 8. Biz, onları yemek yemez bir beden yapısında yaratmadık. Onlar ölümsüz de değillerdi. 9. Sonra onlara verdiğimiz sözü yerine getirdik. Kendilerini ve dilediğimiz kimseleri kurtardık. Haddi aşanları ise helâk ettik. 10. Andolsun, size öyle bir kitap indirdik ki sizin bütün şeref ve şanınız ondadır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız? 11. Biz zulmetmekte olan nice memleketleri kırıp geçirdik ve onlardan sonra başka başka toplumlar meydana getirdik. 12. Onlar azabımızı hissedince, hemen oradan süratle kaçıyorlardı. 13. Onlara, Kaçmayın, o içinde şımartıldığınız bolluğa ve yurtlarınıza dönün. Çünkü sorulacaksınız denildi. 14. Eyvah bizlere! Bizler gerçekten zalim kimseler idik dediler. 15. Biz onları biçilmiş ekin, sönmüş ateş gibi yapıncaya kadar bu feryatları devam etti. 16. Biz yeri, göğü ve arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık. 17. Eğer bir eğlence edinmek isteseydik, onu kendi katımızdan edinirdik. Yapacak olsaydık böyle yapardık. 18. Hayır, biz hakkı batılın üzerine atarız da beynini parçalar. Bir de bakarsın yok olup gitmiş. Allaha karşı yakıştırdığınız nitelemelerden ötürü yazıklar olsun size! 19. Göklerde ve yerde kim varsa hep Onundur. Onun katındakiler, ne Ona ibadetten çekinir (ve büyüklenir) ne de yorgunluk (ve bıkkınlık) duyarlar. 20. Hiç ara vermeksizin gece gündüz tespih ederler. 21. Yoksa yerden, ölüleri diriltebilecek birtakım ilâhlar mı edindiler? 22. Eğer yerde ve gökte Allahtan başka ilâhlar olsaydı, kesinlikle ikisinin de düzeni bozulurdu. Demek ki, Arşın Rabbi Allah, onların nitelemelerinden uzaktır, yücedir. 23. O, yaptığından dolayı sorgulanamaz fakat onlar sorgulanırlar. 24. Yoksa ondan başka ilâhlar mı edindiler? De ki: Haydi getirin delilinizi! İşte benimle beraber olanların kitabı ve işte benden öncekilerin kitabı (Hiçbirinde birden fazla ilâh olduğuna dair hiçbir delil yok). Şüphesiz çokları hakkı bilmezler de bu sebeple yüz çevirirler.[1] 25. Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberlere, Şüphesiz, benden başka hiçbir ilâh yoktur. Öyleyse bana ibadet edin diye vahyetmişizdir. 26. (Böyle iken) Rahmân, çocuk edindi dediler. O, böyle şeylerden uzaktır, yücedir. Hayır, (evlat diye niteledikleri) o melekler ikrama erdirilmiş kullardır. 27. Onlar Allahtan önce söz söylemezler ve hep Onun emriyle iş görürler. 28. Allah, onların önlerindekini de arkalarındakini de (yaptıklarını da yapacaklarını da) bilir. Onlar, Onun razı olduğu kimselerden başkasına şefaat etmezler ve hepsi Onun korkusuyla titrerler. 29. İçlerinden her kim, Allahtan başka ben de şüphesiz bir ilâhım derse, böylesini cehennemle cezalandırırız. İşte biz zalimleri böyle cezalandırırız. 30. İnkâr edenler, göklerle yer bitişikken, bizim onları ayırdığımızı ve diri olan her şeyi sudan meydana getirdiğimizi görmediler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı? 31. Onları sarsmasın diye yere de sabit dağlar yerleştirdik ve (varacakları yere) yol bulabilsinler diye ondan geçitler, yollar meydana getirdik. 32. Gökyüzünü de korunmuş bir tavan yaptık. Onlar ise oradaki, (Allahın varlığını gösteren) delillerden yüz çevirmektedirler. 33. O, geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratandır. Her biri bir yörüngede yüzmektedirler. 34. Biz, senden önce de hiçbir beşere ölümsüzlük vermedik. Şimdi sen ölürsen, onlar ebedî mi kalacaklar? 35. Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz. Ancak bize döndürüleceksiniz. 36. İnkâr edenler seni gördükleri zaman ancak alaya alırlar. Bu mu ilâhlarınızı diline dolayan? derler. Hâlbuki kendileri Rahmânın kitabını inkâr ediyorlar. 37. İnsan çok aceleci (tez canlı) yaratılmıştır. Size yakında âyetlerimi göstereceğim.[2] Şimdi acele etmeyin. 38. Bir de Eğer doğru söyleyenler iseniz, bu tehdit ne zaman gerçekleşecek? diyorlar. 39. İnkâr edenler, yüzlerinden ve sırtlarından ateşi savamayacakları ve hiçbir yardım da görmeyecekleri vakti bir bilseler! 40. Şüphesiz o (tehdit edildikleri azap) onlara ansızın gelecek de kendilerini şaşkınlıktan dondurup bırakacak. Artık ne onu geri çevirmeye güçleri yetecek, ne de kendilerine göz açtırılacak. 41. Andolsun, senden önce de birçok peygamberle alay edildi de içlerinden alay edenleri, o alaya aldıkları şey kuşatıverdi. 42. (Ey Muhammed!) De ki: (Size azab edecek olsa) gece ve gündüz Rahmânın azabından sizi kim koruyacak? Öyle iken onlar Rablerinin zikrinden yüz çevirmekteler. 43. Yoksa bizim dışımızda onları koruyacak ilâhları mı var? O ilâh edindikleri nesneler kendilerine bile yardım edemezler. Zaten onlar bizden de yardım görmezler. 44. Evet, biz onları da atalarını da, faydalandırdık. Öyle ki uzun süre yaşadılar. Ama, artık görmüyorlar mı ki, biz yeryüzünü çevresinden eksiltiyoruz? O hâlde, onlar mı galip gelecekler? 45. De ki: Ben sizi ancak vahy ile uyarıyorum. Ama sağırlar uyarıldıkları vakit çağrıyı işitmezler. 46. Andolsun, onlara Rabbinin azabından hafif bir esinti dokunsa, muhakkak Eyvah bize! Gerçekten biz zalim kimselerdik diyeceklerdir. 47. Kıyamet günü için adalet terazileri kuracağız. Öyle ki hiçbir kimseye zerre kadar zulmedilmeyecek. (Yapılan iş) bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirip ortaya koyacağız. Hesap görücü olarak biz yeteriz. 48. Andolsun, biz Mûsâ ile Hârûna, Allaha karşı gelmekten sakınanlar için o Furkânı[3] (Tevratı) bir ışık ve öğüt olarak verdik. 49. Onlar, görmedikleri hâlde Rablerinden içten içe korkarlar. Onlar kıyamet gününden de korkarlar. 50. İşte bu (Kuran) da bizim indirdiğimiz mübarek bir öğüttür. Şimdi siz bunu mu inkâr ediyorsunuz? 51. Andolsun, daha önce de İbrahime doğruyu yanlıştan ayırma yeteneğini verdik. Biz zaten onu biliyorduk. 52. Hani o, babasına ve kavmine, Ne bu tapınıp durduğunuz heykeller? demişti. 53. "Babalarımızı bunlara ibadet ediyor bulduk dediler. 54. İbrahim, Andolsun, siz de, atalarınız da apaçık bir sapıklık içindesiniz dedi. 55. Bize gerçeği mi getirdin, yoksa sen bizimle eğleniyor musun? dediler. 56. İbrahim, dedi ki: Hayır! Rabbiniz, göklerin ve yerin Rabbidir. O, bunları yaratandır ve ben de buna şahitlik edenlerdenim. 57. Allaha yemin ederim ki, siz arkanızı dönüp gittikten sonra ben putlarınıza muhakkak bir tuzak kuracağım. 58. Derken (İbrahim) belki kendisine başvururlar diye içlerinden bir büyüğü bırakarak onları (putları) paramparça etti.[4] 59. Onlar, Kim yaptı bunu tanrılarımıza! Muhakkak o zalimlerden biridir dediler. 60. (İçlerinden bazıları), İbrahim denilen bir gencin onları diline doladığını duyduk dediler. 61. (Bir kısmı da) O hâlde haydi, onu insanların gözü önüne getirin. Belki (bu konuda) şahitlik ederler dediler. 62. (İbrahim gelince) Sen mi yaptın bunu ilâhlarımıza ey İbrahim dediler. 63. Dedi ki: Hayır! Bunu şu büyükleri yapmıştır. Konuşabiliyorlarsa, onlara sorun bakalım! 64. Bunun üzerine birbirlerine dönüp, Hiç şüphesiz asıl zalimler sizsiniz siz dediler. 65. Sonra eski inanç ve inatlarına döndüler ve, Andolsun, bunların konuşmayacağını sen de bilirsin dediler. 66. İbrahim, şöyle dedi: Öyle ise siz, (hâlâ) Allahı bırakıp da, size hiçbir fayda, hiçbir zarar veremeyecek şeylere mi tapacaksınız? 67. Yazıklar olsun, size de; Allahı bırakıp tapmakta olduklarınıza da! Hâlâ aklınızı başınıza almayacak mısınız? 68. (İçlerinden bazıları), Eğer (bir şey) yapacaksanız, onu yakın da ilâhlarınıza yardım edin dediler. 69. Ey ateş! İbrahime karşı serin ve esenlik ol dedik. 70. Ona böyle bir tuzak kurmak istediler. Fakat biz onları en çok zarar edenler durumuna düşürdük. 71. Onu Lût ile beraber kurtarıp, içinde âlemler için bereketler kıldığımız yere ulaştırdık.[5] 72. Ona İshakı ve ayrıca da Yakubu bağışladık ve her birini salih kimseler yaptık. 73. Onları bizim emrimizle doğru yolu gösteren önderler yaptık ve kendilerine hayırlar işlemeyi, namazı dosdoğru kılmayı, zekâtı vermeyi vahyettik. Onlar sadece bize ibadet eden kimselerdi. 74. Biz, Lûta da bir hikmet ve bir ilim verdik ve onu çirkin işler yapan memleketten kurtardık. Gerçekten onlar kötü bir toplum idiler, fasık (Allahın emrinden çıkan kimseler) idiler. 75. Onu rahmetimizin içine soktuk. Çünkü o, gerçekten salih kimselerdendi. 76. (Ey Muhammed!) Nûhu da hatırla. Hani o daha önce dua etmişti de biz onun duasını kabul ederek, kendisini ve ailesini o büyük sıkıntıdan (tufandan) kurtarmıştık. 77. Âyetlerimizi yalanlayanlara karşı ona yardım etmiştik. Şüphesiz onlar kötü bir toplumdu. Bu yüzden biz de onları topyekûn suda boğduk. 78. Dâvûd ile Süleymanı da hatırla. Hani bir ekin tarlası hakkında hüküm veriyorlardı. Çünkü halkın koyunları o ekine girmişti. Biz de hükümlerine şahit olmuştuk.[6] 79. Biz hüküm vermeyi Süleymana kavratmıştık. Zaten her birine hükümranlık ve ilim vermiştik. Dâvûd ile birlikte, Allahı tespih etmeleri için dağları ve kuşları onun emrine verdik. Bunları yapan biz idik.[7] 80. Bir de Davuda, sizin için, zırh yapma sanatını öğrettik ki, savaşlarınızda sizi korusun. Şimdi siz şükrediyor musunuz? 81. Süleymanın hizmetine de güçlü esen rüzgârı verdik. Rüzgâr, onun emriyle içinde bereketler yarattığımız yere eser giderdi. Biz, her şeyi hakkıyla bileniz. 82. Bir de şeytanlardan, Süleyman için dalgıçlık eden ve daha bundan başka işler yapanları da onun emrine verdik. Hep onları zapteden bizdik. 83. Eyyûbu da hatırla. Hani o Rabbine, Şüphesiz ki ben derde uğradım, sen ise merhametlilerin en merhametlisisin diye niyaz etmişti. 84. Biz de onun duasını kabul edip kendisinde dert namına ne varsa gidermiştik. Tarafımızdan bir rahmet ve kullukta bulunanlar için de bir ibret olmak üzere ona ailesini ve onlarla beraber bir mislini daha vermiştik. 85. İsmaili, İdrisi ve Zülkifli de hatırla. Bunların hepsi sabredenlerdendi. 86. Onları da rahmetimizin içine soktuk. Şüphesiz onlar salih kimselerdendi. 87. Zünnûnu da hatırla.[8] Hani öfkelenerek (halkından ayrılıp) gitmişti de kendisini asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı. Derken karanlıklar içinde, Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni eksikliklerden uzak tutarım. Ben gerçekten (nefsine) zulmedenlerden oldum diye dua etti. 88. Biz de duasını kabul ettik ve kendisini kederden kurtardık. İşte biz müminleri böyle kurtarırız. 89. Zekeriyayı da hatırla. Hani o, Rabbine, Rabbim! Beni tek başıma bırakma. Sen varislerin en hayırlısısın diye dua etmişti. 90. Biz de onun duasını kabul ettik ve kendisine Yahyayı bağışladık. Eşini de kendisi için, (doğurmaya) elverişli kıldık. Onlar gerçekten hayır işlerinde yarışırlar, (rahmetimizi) umarak ve (azabımızdan) korkarak bize dua ederlerdi. Onlar bize derin saygı duyan kimselerdi. 91. Irzını korumuş olan kadını da (Meryemi de) hatırla. Ona ruhumuzdan üflemiştik. Kendisini de, oğlunu da âlemlere (kudretimizi gösteren) birer delil yapmıştık. 92. Şüphesiz bu (İslâm), tek ümmet (din) olarak sizin ümmetiniz (dininiz)dir. Ben de Rabbinizim. Onun için sadece bana kulluk edin. 93. (İnsanlar) işlerini kendi aralarında parça parça ettiler. Hepsi de ancak bize dönecekler. 94. Şu hâlde, kim mümin olarak bir salih amel işlerse, çalışması asla inkâr edilmez. Şüphesiz biz onu yazmaktayız. 95. Helâk ettiğimiz bir memleket halkının bize dönmemeleri imkânsızdır. 96. Nihayet Yecüc ve Mecücün önü açıldığı zaman her tepeden akın ederler. 97. Gerçek vaad (kıyametin kopması) yaklaşır, bir de bakarsın inkâr edenlerin gözleri açılıp donakalmıştır. Eyvah bizlere! Doğrusu biz bundan gafildik. Hatta biz zalim kimselermişiz derler. 98. Hiç şüphesiz siz ve Allahtan başka kulluk ettikleriniz cehennem odunusunuz. Siz oraya varacaksınız. 99. Eğer onlar ilâh olsalardı oraya varmazlardı. Hâlbuki hepsi orada ebedî kalacaklardır. 100. Onların orada derin bir iç çekişleri vardır! Onlar orada hiçbir şey işitmezler. 101. Şüphesiz kendileri için tarafımızdan en güzel mükâfat hazırlanmış olanlar var ya; işte bunlar cehennemden uzaklaştırılmışlardır. 102. Onlar cehennemin hışıltısını bile duymazlar. Canlarının istediği nimetler içinde ebedî olarak kalırlar. 103. En büyük korku bile onları tasalandırmaz ve melekler onları, İşte bu, size vaad edilen (mutlu) gününüzdür diyerek karşılarlar. 104. Yazılı kâğıt tomarlarının dürülmesi gibi göğü düreceğimiz günü düşün. Başlangıçta ilk yaratmayı nasıl yaptıysak, -üzerimize aldığımız bir vaad olarak- onu yine yapacağız. Biz bunu muhakkak yapacağız. 105. Andolsun, Zikirden (Tevrattan) sonra Zebûrda[9] da, Yere muhakkak benim iyi kullarım varis olacaktır diye yazmıştık. 106. Şüphesiz bunda Allaha kulluk eden bir toplum için yeterli bir mesaj vardır. 107. (Ey Muhammed!) Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik. 108. De ki: Bana ancak, ilâhınızın yalnızca bir tek ilâh olduğu vahyolunuyor. Artık müslüman oluyor musunuz? 109. Eğer yüz çevirirlerse, de ki: (Bana emrolunanı, ayırım yapmadan) size eşit olarak bildirdim. Tehdit edildiğiniz şey yakın mı yoksa uzak mı, bilmiyorum. 110. Şüphesiz, Allah sözün açığa vurulanını da bilir, gizlediğinizi de bilir. 111. Bilmem! Belki bu (mühlet) sizin için bir imtihan ve bir vakte kadar yararlanmadır. 112. (Peygamber), Ey Rabbim! Hak ile hüküm ver. Bizim Rabbimiz, sizin nitelemelerinize karşı yardımı istenecek olan Rahmândır dedi.
[1] . 22. âyette Allahın birliği aklî yönden, bu âyette de naklî yönden ispat edilmiştir. [2] . Buradaki âyetlerden maksat, İslâmı inkâr edenlerin yakında görecekleri cezalar veya Allahın varlık ve birliğini gösteren ve zamanla ortaya çıkacak olan apaçık delillerdir. [3] . Furkân, hak ile batılı birbirinden ayıran demektir. [4] . İbrahim, putların hepsini baltayla kırarak baltayı, ilişmediği büyük putun omzuna asmıştı. Bir bayram şenliğine giden halk dönüşte putların kırılmış olduğunu gördü. İbrahimin bütün tehlikeyi göze alarak putları kırmasındaki amacı; halka, kendilerini bile korumaya güçleri yetmeyen putların, onlara tapınanlara hiçbir yarar sağlamayacağını canlı bir şekilde anlatmaktı. [5] . Tefsir bilginlerinin ifadesine göre; bu iki peygamber Şamdan yola çıkmışlar, İbrahim Filistine, Lût da buraya bir günlük mesafede bulunan Mutefikeye yerleşmişti. [6] . Tefsir kaynaklarında belirtildiğine göre; bu olayda Hz.Davud, koyunların ekin sahibine verilerek zararın tazmin edilmesine hükmetmiş, Hz.Süleyman ise koyunların geliriyle zararın tazmininin her iki taraf için daha uygun düşeceği yolunda hüküm vermişti. [7] . Kuran-ı Kerim, her şeyin insanın hizmetine sunulduğunu pek çok âyette ifade etmektedir. Bu konu ile ilgili olarak bakınız: Rad sûresi, âyet, 2; İbrahim sûresi, âyet, 32,33; Nahl sûresi, âyet, 12,14; Hac sûresi, âyet, 65; Sâd sûresi, âyet, 18, 36. [8] . Zünnûn, balık sahibi demektir. Burada Hz. Yûnusu ifade etmektedir. Yûnus, peygamber olarak gönderildiği kavminin yola gelmemesi üzerine Allah Teâlânın henüz bir izni olmadan kavmini bırakarak ayrılıp gitti ve bir gemiye bindi. Geminin yürümemesi veya batma tehlikesi geçirmesi gibi bir nedenle yolculardan birisinin denize atılması gerekti. Kura çektiler, Yûnusa çıktı ve denize atıldı. Denizde kendisini bir balık yuttu. Bir süre balığın karnında Allaha dua eden Yûnusu balık sahile attı. [9] . Zebur, Hz. Davuda indirilen ilâhî kitap yahut da Peygamberlere indirilen ilâhî kitapların genel adıdır. |