MANEVİ KAL’AMIZIN  BAYRAĞI: TÜRKÇEMİZ

- Avrupa’da yaşayan Türkler’in varlıklarını ve kimliklerini koruma endişesi var mıdır?

- Avrupa’ya işçi göçüyle gelen 50 yaşın üzerindeki Türkler’in yaşadıkları ülkenin dilini tam olarak konuşamaması mı, genç ve çocuklarımızın Türkçe’yi bilmemesi mi ? Hangisi sizce büyük bir sorun olarak görülmelidir?

- Türkçe olmadan müslümanca yaşamamız ve İslam’ı öğrenmemiz ne kadar mümkündür?

- Türkçe öğrenmek dini bir vecibe midir?

- Dil yalnızca bir araç mıdır ?

Yürekleri insan sevgisiyle dolu, kalpleri Allah, vatan, bayrak, millet aşkıyla atan ve Avrupa’nın her köşesinde zamana yenik düşmemek için mücadale veren Aziz Milletimizin asil evlatları, değerli genç arkadaşlarım.

Sizlerle bu köşede hasbihal etmek, dertleşmek, elemlerimizi ve sevinçlerimizi paylaşmak arzusuyla ilk yazıma bazı sorularla başladım. Bu sorular ne kadar çoğalırsa, sizler tarafından paylaşılırsa, yeni sorularla destelkenir ve görüşlerinizle katkılar sağlanır; halimiz, istikbalimiz sorgulanırsa, işte o zaman bu yazıların bir manası olur. O zaman maksat hasıl olur. Gayemiz edebiyat yapmak değil, toplumumuz için faydalı olacak ve geleceğimizin garantisi olan genç arkadaşlarımızı bir hedef etrafında birleştirmek, gerçekleri hiçbir anlaşılmaz nokta bırakmadan haykırabilmektir. Dünya’da hele Avrupa’da herşeyi bulmanın çok kolay fakat kendini bulmanın ise zor olduğu bir asırda, gelin bizler kendimiz miyiz, kendimizde miyiz hep beraber bir düşünelim:

Kendi dillerini öğrenemezsem, iş yok, istikbal yok dediler,

Babam  onların dilini bilmeden gerçi ona iş verdiler.

Ben dillerini çok güzel öğrendim, bir Alman’dan daha güzel konuştum.

Bu sefer de sana iş yok yabancısın dediler.

 

Kendi dilini unutma pahasına, yaşadığı ülkenin dilini o ülkenin gerçek sahiplerinin bir kısmından çok daha iyi konuşan, yazan, anlayan binlerce Mehmet’in, Ayşe’nin haykırışıdır yukardaki satırlar. Bir öykü, bir masal, bir şiir değil, bir hakikatın ifadesidir. Ve bugün kendini neredeyse unutan bu gençler, kendilerine kendilerini hatırlatacak bir gücü, bir kalemi, bir nefesi beklemektedir.

İşte bu noktada, mütefekkir, dahi, öncü liderlerden İsmail Bey Gaspıralı’nın (1851-1914) derin, köklü, manalı “Dilde, Fikirde, İşte Birlik!” şiarı ve çağırısı kulaklarımızı çınlatmakta, ruhlarımızın derinliklerine bir lahuti sesle üflemektedir... Ve ne yazık ki 21. asırda dünya üzerinde yaşayan ve sayısız sorunlara müptela olan Türkler bu sorunlarını çözebilecek fikir ve aksiyon adamı merhum İsmail Bey Gaspıralı gibi insanlardan mahrum ve de habersiz yaşamaktadır.

Gaspıralı İsmail Bey’in vasiyetini yerine getirmek isteyenlerden bir başka çile insanı da son nefesine değin: ‘‘Ey Türk, ayıl, terpen, özüne gel ve bil ki, dilde birliğin olmasa, fikirde birliğin olmayacak, fikirde birliğin olmasa, işte birliğin olmayacak ve mahv olacaksan!” diye haykırdı fakat onun sesini duyanlar kulaklarını tıkayarak şairin,

‘‘Neler yapmadık ki bu vatan için,

Kimimiz öldük, kimimiz nutuk attık”

 

dediği gibi meydanlarda bol keseden şaşaalı konuşmalar yaptılar, nutuklar savurdular.Yüzlerce sene yoksulluk, yoksunluk içerisinde, gayesiz ve hedefsiz, paramparça ve ümitsiz yaşayan Türk boylarına bir ışık, bir ümit, bir rehber olan ve onları asırlık uykularından uyandıran Gaspıralı İsmail Beylere bugün ne kadar da çok muhtacız.

 

Asırlar önce Atavatandan Anavatan Anadoluya gelen Alperen, Gazierenlerin torunları ve asırlar sonra Anadolu’dan kalkıp Avrupa’ya göç eden o erenlerin çocukları…Günümüzün moda değimiyle sosyal mobilite, veya göç…Fakat sonuncu göçün sonucunun ne olacağı hala tartışılan, üzerinde çok hesaplar yapılan bir muamma… Gerçi üzerinden bin yıllar geçse de Anadolu’ya ilk göçümüzü de kabullenememiş marazi ve de arizi beyinlerin olduğunu bilmektesiniz herhalde.

 

Evet bizim derdimiz belli ve konumuza gelerek yazımızın başındaki sorular hakkında beraberce düşünelim: Almanya’da, Hollanda’da, Fransa’da, Belçika’da.. yaşayan Avrupalı Türkler’in bir kimlik meselesi var mıdır? Kimliği hüviyet cüzdanından ibaret sananlar için belki olmayabilir. Türk nerede olusa olsun Türktür düstürunu hakkıyla yerine getiren kaç aile vardır. Veya bunun sadece sloganını atan, buna rağmen hiçbir derdi olmayanlarımızın sayısı ne kadardır? Bunları az veya çok tahmin edebiliyoruz fakat kesin olarak bildiğmiz bir husus vardır ki Almanya’da yaşayan çocuk ve gençlerimiz arasında Türkçe dil problemi olanların oranı % 58 civarında olduğudur. Aynı araştırmanın bir sonucu da Almanya’ya göçle gelen ilk Türk kuşaklar arasında Almanca dil probleminin % 48 civarında olmasıdır.

 

Dil, kimliği belirleyen en temel unsurdur. Öyle ki; dilini kaybetmiş, unutmuş milletlerin isimleri kalsa da varlıkları tarih sahnesinden silinmiş ve yok olup gitmişlerdir. Bir milletin varlığı dil birliğine dayanır. Dünya’nın onlarca ülkesinde, milyonlarca insanla anket yapılsa ve sorulsa, Almanca denince aklınıza ne gelir? Bu soruya %100’e  yakın verilecek en mantıklı cevap Almanlar olacaktır. Türkçe sorulunca, Türklerin konuştuğu dil denilecektir. Kısaca dil dendiği zaman  o dili konuşan millet, millet dendiği zaman da, o topluluğun konuştuğu dil akla gelir. Dil yalnızca aktüel tarihteki insanlar arasında konuşmayı sağlayan bir araç değildir. Milleti oluşturan fertler arasında anlaşmayı sağlarken, asırlar boyunca birikmiş bilgi hazinesini muhafaza ederek nesilden nesile aktarır ve bu süreçte milli düşüncenin oluşmasını sağlayarak, ortak düşünce ve ifade birliği etrafında bir araya getirdiği toplumları bir millet yapar ve bu milletin manevi varlığını müdafa eder.

 

Demek ki dil, milletin manevi varlığını koruyan bir kal’adır.  İşte bizim manevi varlığımızı koruyan bu kalenin surlarındaki bayrak Türkçemizdir. Türkçe elbette ki dil bayrağımızdır.Hilal ve yıldızlı al bayrağımıza ne kadar bağlıysak, onu nasıl şeref ve haysiyetimiz kabul etmişsek, dil bayrağımız Türkçemizi de; kimlikli ve onurlu yaşamanın temel şartı olarak görmek, korumak, konuşmak, yazmak, onunla düşünmek, anlaşmak ve anlamak, yaymak ve yaşatmak zorundayız!

 

Dilin kaynağı insanı yaratan ve ona konuşmayı öğreten Allah’tır. Allah her insanı konuştuğu dilden anlamaya muktedir olan, her şeyin en iyisini bilendir. İslam’ı en iyi bir şekilde anlamak isteyen bir Türk evladı için ilk yol, güzel bir Türkçe öğrenmekle işe başlamasıdır. Bu da  maneviyat dolu Türkçe ninniler, öyküler ve türkülerle göz bebeklerini yetiştiren bilgi ve hikmet sahibi cefakar Türk analarıyla mümkündür. Almanya’da yetişen çocuklarımızın Türkçe olmadan sağlam ve doğru bir İslam bilgisi almalarını düşünmek, dinimizi ve dinimizin kaynaklarını bilmeyenlerin cehaleti olabilir ancak. İslami literatürü Arapça’dan sonra en geniş olan, günümüz kaynakları bakımından ise birinci dil Türkçe’dir. İslami literatürü oluşmamış bir dille müslüman çocuklarına İslam din dersleri verilmesinin bir kazanım  olup olmadığı elbette tartışılmalıdır. Ve Türkçe İslam din derslerinde israrcı olmayan kuruluşları da sorgulamak elbette demokratik bir düşüncenin gereğidir.

 

İslam’ın yeryüzünde yayılmasına, bir çok miletin gönüllü olarak müslümanlaşmasına, İslam Kültür ve Medeniyetinin şekillenmesinde 1400 küsür yıllık İslam Tarihi’nin 1000 yılında adeta öncü olan ve bu misyonunu hala devam ettiren milletimizin dili olan Türkçe’yi, bu milletin çocuklarının ve de aynı tarihi, aynı kültürü, aynı coğrafyayı paylaşan insanların öğrenmesi yalnız milli bir görev değil aynı zamanda dini bir vecibedir de…Bu vecibeyi imal edenler tarih sahnesinden silinmekle kalmayıp, indi İlahi’de de hesaba çekilmeyeceklerini iddia edemezler. Çünkü bu ihmalkarlıklar neticesinde kaybolan nesillerin hesabını elbette sorumluluğu olanlar vereceklerdir.

 

Hal böyle iken Türkiye’mizin, açısı henüz netleşmeyen açılımlarla yeni bir yörünge çizme çabasında olduğu şu günlerde, büyük düşünen beyinler tarfından 50-100 yıl ötesini görecek ve gösterecek ufuklara ihtiyacı vardır. Yıllar sonra mat çekebilecek bir hareketle piyon hamlesi yapabilecek stratejistler tarafından ortaya konulacak hamlelere ve bu büyük idealleri millete samiyetle inandırabilecek önderlere …

 

Bunlar; her mevsimde elbise değiştirir gibi fikir değiştiren ve toplum mühendisliğine soyunan, ya da toplum mühendisliği yapanlara karşı olduklarını söyleyerek toplumu, oluşturmak istedikleri kendi menfaat dünyalarına çekme gayreti içinde olan, sipariş yazılarla gazete köşelerini süsleme vazifesi üzerinden para kazanan insanların işi değildir ve olmamalıdır.

 

Dünya siyasetinde söz sahibi olan veya olmak isteyen hiçbir ülkenin istikbalini resmedecek tablonun parçaları, gazete köşelerinde çizilerek bir araya getirilmemiştir ve getirilemez. Çünkü yapılan köşe kapmaca oyunu değil, milyonların kaderine etki edecek kararların alınmasıdır.

 

Bir milletin mukadderatının hudutlarını belirlemek için pergeli elinde tutan, o pergelin sabit ayağını nereye bastıracağını ve açılımın açısınının kaç derece olacağını çok önceden belirleyerek kendinden emin bir şekilde çizim masasının başına geçmeli ve bu işi tereyağından kıl çeker gibi yapmalıdır.…İlkokul öğrencisi misali pergeli sağa sola kaydırarak, kitap ve defterleri parçalayarak açısız ve anlamsız şekiller çizmekle meşgül olmanın bir manası yoktur ve olamaz da…

 

Açılım üstüne açılım yapılan ülkemizde bir vatandaş olarak hassasiyetlerimizi dile getirmek ve mücadeleci bir demokrasi anlayışı içinde olmak zorundayız. Demokrasilerde katılımcılık, çoğulculuk ve saydamlık esastır ve bu ilkelerin en başta uygulanması gereken kuruluşlar arasında  demokratik düzenin vazgeçilmez kurumları olan siyasi partiler gelmektedir…Parti içi demokrasisi olamayan ülkelerde gerçek demokrasiye ulaşmak olanaksızdır.

 

Şekli, zamanı, mekanı, açısı ve koordinatları bizim tarafımızdan belirlenen, kısaca; kökü, gövdesi, dalı, yaprağı, çiçeği ve meyvesiyle biz kokan ve ülkemize fayda sağlayacak çalışmalara bir diyeceğimiz yoktur… Yani mili bir proje tanımlamasını kapsayacak ve gayrı mili olanı dışta tutacak bir uygulama memleketin hayrına aksi ise şerrinedir…

 

Millet olmanın olmazsa olmazlarından olan dil birliği bozulmadan kuvvetlendirilmelidir…Akrabalık bağlarıyla Türk Milletinin bir parçası olmuş, tarihi kayıtlarda da bir uruğu olarak zikredilen Kürtlerin, ekser çoğunluğunun birbirleriyle anlaştıkları ortak dil de Türkçe’dir. Dil güçlü bir  birleştirici unsur olduğu içindir ki milli kültürümüzde gönül manasında da kullanılmıştır ve kullanılmaktadır. Dil birliği olmadan gönüllerin birleşmesi, gönül birliği olmadan fikirlerin uzlaşması, fikir birliği olmadan ideallerin gerçekleşmesi mümkün değildir…Hünkar Hacı Bektaşı’n sözleri hepimize buyruk olsun: İlimize (vatanımıza), dilimize (Türkçemize) ve belimize (nesillerimize) sahip  çıkalım.

 

 

ORUÇ REİS 

(oruc.reis@gmx.de)